Yerimden fırladım ve akşam uykumdan kalktım. Saat neredeyse gece on ikiyi geçmişti. Bugün mekana gitmem gerekiyordu, geç kalmıştım. “Olamaz ya…” Hızla üstüme bir şeyler geçirdim ve saçlarımı düzelttim lavabo da yüzümü yıkadım.
Odaya geri dönüp gözlüğümü taktım. Hızlı adımlarla Aidan’ın odasına girdim. Yatağında yoktu. Kaşlarımı çattım, garipti çünkü Aidan şu an burada olmalıydı. Mekana gideceğimizi konuşmuştuk. Odadan telefonumu aldım. O sırada ekrandaki mesaja baktım. “Ben mekana gidiyorum, dövüşeceğim.” Gözlerim irileşti. Yarım saat önce Aidan mesaj atmıştı.
“Hayır ya, hayır. Of Aidan!” Odadan hızla çıkarak kaskımı ve anahtarlarımı alıp evden ayrıldım. Olabildiğince hızlı bir şekilde -asansörü bile beklemedim- motora indim. Bindiğim gibi mekana sürdüm.
Geldiğimde hemen aşağıya indim. Orada olmamasını umdum, dövüşmesini istemiyordum çünkü her bir dövüşte kötü bir hasar alıyordu. Karnına aldığı devamlı darbelerden dolayı sürekli ağrılar çekiyordu. Aşağı kata indiğimde tezahüratlar artıyordu. Hemde Aidan’a yapılan tezahüratlardı. Endişelenerek iç çekip duruyordum. Aşağıya sonunda indiğimde onu kafesin içinde gördüm.
Hemde karşısında ki taekwondo ustası bir adamdı. Ondan yaşça büyüktü, belki kırk yaşında bile vardı. Kesinlikle ölecekti. Benim haricimde, ikinci yöneticinin yanına gittim ve yakasına yapıştım. “Aidan’ın çıkmayacağını söylemiştim ama sen bu herifle mi çıkardın bir de!”
“Ben ne yapayım! Onu tutamadım, bir anda Mike’nin maçına atladı! Tutamadım!” Ağlar gibi sızlandım. Onun yakasını bıraktım. Doğruydu, o ne yapabilirdi ki? Bu çocuğun hiçbir zaman içi soğumuyordu, acısını sürekli bu şekilde çıkartıyordu. İnsanları dövüyordu, kan akmadığı sürece kendi kanının kaynamasını durduramıyordu. Yanımdan geçen çocuğu durdurdum ve kaskı ona uzattım. “Al şunu içeri götür.” Alarak odaya gitti.
İnsanları ittirerek kafesin önüne geldim. Yerler kanlar içindeydi. Resmen bir savaş alanıydı. Aidan ve adamın suratı da öyle. Çıplak gövdeleri bile kanlar içindeydi. Aidan’ın yumrukları, adamın ayağı kırmızıya bulanmıştı. Benim seviyemde değildi ama beni zorlayabilecek kadar güçlüydü, asla yenemezdi beni. Kimse yenemez.
Usta yüzündeki kanları eliyle sildi. Duruşunu aldı ve toparlandı. Bitirici hamlesi geliyordu, eğer o hamleyi yaparsa Aidan hastanelikti. Komaya bile düşebilirdi. Kalbim deli gibi göğsüme çarptı. Bir anda havada döner tekmeye kalktı. Evet, o hareketti. Dudağımı ısırdım, kalp krizi geçirmek üzereydim. “Bitti… her şey… bitti…”
Aidan kendinden emindi, sanki bitmeyeceğini adı gibi biliyordu. Çaresiz bir durumda değildi, aklından bir şey geçiyor olmalıydı ama kurtulmasının hiçbir şansı yoktu.
Bir anda zaman yavaşladı. O an sanki bütün dövüşün ağırlığını, bütün acısını yumruğuna toplamıştı. Adamın ayağı havadayken ileri doğru bir adım attı, sağ yumruğu neredeyse gövdesinden kopacak gibi fırladı. Dik yumruğu, rakibin çenesine tam isabet etti. Tekme havada kaldı, adamın bedeni bir kukla gibi geriye savruldu. Zemin, onun düşüşüyle sarsıldı. Bayılmıştı.
Ortalık sessizleşti. Gözlerim irileşti. İnanabilecekmiş gibi değildi. Aidan böyle bir adamı nasıl yenebilirdi? Nasıl hâlâ ayaktaydı?
Bir anda etraftakiler çıldırdı ve coşkuyla tezahürat ettiler. İster istemez gülümsedim. Çanlar çaldı, hakem Aidan’ın kazandığını ilan etti. Ama tam o sırada Aidan başının üstüne düştü. Etraf yine sessizleşti, tekrardan yüreğim ağzıma geldi. Kafesin kilidi açıldığında içeri fırladım. Aidan’ın yanına çöktüm. Yanaklarını tokatladım ve seslendim. Sağ gözü çok şişmişti, burnu kızarıktı. Dudakları patlamıştı. Ağzından kanlar bile akmıştı. Hızla onu kollarıma aldım ve kafesten çıktım. Diğer çocuklar yolu açmalarını söyledi. Onu hızla odaya götürüp koltuğa yatırdım. “Aidan! Aidan beni duyuyor musun?! Doktoru çağırın, çabuk!” Başımı eğdim ve çıplak göğsüne kulağımı yasladım. Kalbi çok yavaş atıyordu, benimkisi ise deli gibi atmaya devam ediyordu.
Doktor içeri girdi. Aidan’ı muayene etti, hepimiz nefesimizi tutmuş diyeceklerini bekliyorduk. Neredeyse ölecek gibi hissediyordum. Doktor derin nefes aldı, yaralarına baktı, pansuman yaptı, bant yapıştırdı. “Ciddi bir şeyi yok, yüksek ihtimalle sadece adrenalini aniden düştüğü için bayıldı. Dövüş sırasında nabzı en az yüz yirmiye çıkmış olmalı, belki de yüz seksen bile olabilir, aniden düştüğünde bayılması çok normal. İyi olacak, biraz dinlendikten sonra uyanacaktır. Eğer emin olmak istersen hastaneye götürmen gerek.” İçim rahatlamıştı.
“Teşekkürler doktor.” Başını salladı ve odadan ayrıldı. “Hadi, hepiniz dağılın. Seyircileri çıkarın, sorun çıkaran olursa beni çağırın.” Herkes başıyla onayladı ve işlerini yapmaya koyuldular. Paralar geldi, sürekli Aidan’ı kontrol ederken saydım hepsini ve odaya koyarak kilitledim. “Ne zaman uyanacak ya?…”
Hafif bir inlemeyle doğruldu. Hızla yerimden fırladım. “Ahhh, canım çok yanıyor…” Sağ gözünü açamıyordu. Başını sıvazladı. Çenesi, şakakları… hep morluklarla doluydu. Vücudu bile. “İyi misin?”
“Ah, sikeyim… hayır… sanki üzerimden tır geçmiş gibi…” Başımı sinirle iki yana salladım. “Neden bana ya da başkasına danışmadan öyle bir maça çıkıyorsun! O adam seni öldürebilirdi, neden kendi kafana göre iş yapıp duruyorsun! Şu hâline bak.” Oturdu ve ellerini başına koyup dirseklerini dizlerine yasladı. “Çocuk değilim, n’olmuş yani, buradayım işte.”
“Çok sorumsuzsun Aidan, çok. Bir gün tüm bu umarsızlığının farkına varacaksın ama çok geç olacak. Bana yaşattığın bu korkunun bedelini çok ağır ödeyeceksin, demedi deme. Yüreğim ağzıma geldi resmen.”
“Özür dilerim.” Onla alay ettim, özürünü taklit ettim. “Hastaneye gitmek ister misin?” Başını iki yana salladı ve tek gözüyle bana baktı. “Eve gideceğim, inanılmaz yorgunum. Birkaç gün piyasaya cidden çıkmayacağım.” Güldüm. “Bilseydim en başında ben seni döverdim.” Ayağa kalktım. “Gidelim hadi.”


Theron'un para sayarken arada Aidan'ı da kontrol etmeye devam etmesine patladım. Tam Theron sjzkxlajaö